Sosyal Medya

Güncel

Daha adil bir BirleÅŸmiÅŸ MilletlerÂ’in yolu nedir? - Berdal Aral

Westfalya düzeni ulus devletlerin öne çıktığı, bunların kendi topraklarındaki egemenliğinin katı olarak kabul edildiği düzendir. Devlet-dışı aktörlere bu düzende yer yoktur.



Westfalya düzeni ÅŸu an egemen düzen olarak varlığını devam ettiriyor. Ama tabii II. Dünya Savaşı sonrasından ise bu düzene karşı, yeni bazı normatif öneriler ortaya çıkıyor. Bunlar olumlu geliÅŸmelerdir. Bunun asıl sebebi küreselleÅŸme ve demokratikleÅŸme eÄŸilimleridir. Mesela devletlerin BM Genel Kurulu bünyesinde sömürgelerin bağımsızlık kazanmasından yoksullukla mücadele edilmesine, silahsızlanmadan yerli halkların korunmasına dek kabul ettikleri birçok karar ve bildiri ile savaÅŸ hukuku kurallarından insan haklarına, çevrenin korunmasından belli eylemlere iliÅŸkin devletlerin yargısal muafiyetlerinin kaldırılmasında dek birçok uluslararası anlaÅŸma imzalanmıştır. Yine II. Dünya Savaşı sonrasında “insanlığa karşı suçlar” ve “insanlığın ortak mirası” gibi kavramlar ve kategoriler ortaya çıkmıştır ve bunlar da Westfalyan egemenliÄŸe yönelik bir meydan okuma niteliÄŸindedir. Ben, devletlerin iç egemenliÄŸinin çok katı olarak uygulanmasını adalet için de demokrasi için de ekonomik refah için de problemli buluyorum. Halbuki bütün bu geliÅŸmeler daha toplum eksenli bir düzenin emareleridir.
 
O halde ‘iç egemenliÄŸe karışılmaz’ diyen bir ülkesellik ilkesine karşısınız ve ‘insani müdahale doktrini’ni teorik olarak destekliyorsunuz...
Teorik olarak ben bunu savunuyorum zaten. Salt ulus-devlet çıkarları eksenli bir yaklaşımda devlet yapılarının kendileri, devletlerin sahip oldukları ideolojiler ön plana çıkıyor. Bireyler ve toplum, devletin bir nesnesi haline geliyorlar. Bu bakımdan ülkesellik ilkesinin dönüşüm geçirmesi, sınırların esnemesi, uluslarüstü örgütlere egemenlik devirleri olumlu geliÅŸmelerdir. Avrupa BirliÄŸi, buna çok iyi bir örnek. II. Dünya Savaşı sonrasındaki dönüşümün bir ürünü olan “insani müdahale doktrini”nin de bu baÄŸlamda çok önemli bir yeri var esasında. Bu kavram 90’lardan itibaren gündeme geldi. Bu doktrinin şöyle bir varsayımı var: Bir ülkenin kendi içerisinde çıkan krizler de küresel barışa ve güvenliÄŸe zarar verebilir. Bir ülkedeki çok vahim insan hakları ihlalleri, insanlığa karşı suçlar, soykırım, kitlesel açlık gibi sorunlar yaÅŸandığı zaman patlak veren krizler gerçekten de küresel düzeni etkiliyor. ÖrneÄŸin mülteci krizleri… Nihayetinde, insani müdahale doktrini birçok çevrede kabul gören bir nosyon oldu.
 
Bu noktada, Mohammed Ayyoob’un ‘sorumlu egemenlik doktrini’ geliyor aklımıza...
Teorik olarak bu kavramı ve Westfalya sonrası düzeni kesinlikle destekliyorum. Benim ve Mohammed Ayoob’un da itiraz ettiÄŸi nokta ÅŸu: Böyle bir uluslararası sistemin dönüşümü sürecindeki geliÅŸmeler olumlu olsa da bu  yeni doktrin tutarlı ve ilkeli ÅŸekilde uygulamaya geçirilmiyor. Bir devlet, BM Güvenlik Konseyi’ne göre halkına zulmediyorsa, insan haklarını vahim ÅŸekilde ihlal ediyorsa Konsey kararıyla o devlete karşı güç kullanılması teorik olarak iyi bir ÅŸeydir. Mevcut durumda ise bu tip yaklaşımlar ve kavramlar, pratikte, çoÄŸu zaman emperyal güçlerin küresel düzlemde güçlerini tahkim etme aracına dönüşmüş durumda. Küresel hegemonik güçler kendi çıkarlarına aykırı gördükleri aktörlere karşı bu kavramlara sığınarak bu ülkelere karşı geniÅŸ kapsamlı ambargolar uygulayabiliyor ve hatta çok tahripkâr savaÅŸlar baÅŸlatabiliyorlar. Bu tip durumlarda da suçun doÄŸrudan faili sayılabilecek ilgili devletin yetkilileri yerine tüm halk toptan cezalandırılabiliyor.
 
Kitabınızda bolca BM’deki karar mekanizmasının adaletsizliÄŸinden bahsediyorsunuz. Richard Falk, ‘Ä°slam ülkeleri aralarında bir blok oluÅŸturabilir ve bu blok Güvenlik Konseyi’nde 6. daimi üye olarak temsil edilebilir’ ÅŸeklinde bir çözüm ortaya atmıştı. Bu konuda sizin yaklaşımınız nedir?
 
Falk’un önerisi biraz iyimser geliyor, yakın vadede böyle yeni bir blok inÅŸa edilebilir mi emin deÄŸilim. Ben, kendi önerilerimde dedim ki Ä°slam dünyası açısından iki ihtimal var. Birincisi, rotasyon ÅŸeklinde bu sistemin kurulması. Yani belli periyotlarla farklı Ä°slam ülkeleri daimi üyelik koltuÄŸunu birbirine devredebilir.
 
O koltuğa oturan ülkeye göre işler çok değişmez mi?
 
Ä°slam Ä°ÅŸbirliÄŸi TeÅŸkilatı’nda bazı konularda görüş birliÄŸi/konsensüs saÄŸlanabiliyor, bu konuda böyle bir konsensüse ulaşılabilir. Benim ikinci önerim de zaten Ä°slam Ä°ÅŸbirliÄŸi TeÅŸkilatı’ndan bir yetkilinin Güvenlik Konseyi’nde Ä°slam ülkeleri adına daimi temsilci olarak görev yapması.
 
Rotasyon önemli dediniz, İslam ülkeleri arasında bir güven olduğunu düşünüyor musunuz?
Bizler kriz noktalarına odaklandığımızdan dolayı Ä°slam dünyasına iliÅŸkin olumlu geliÅŸmeleri gözden kaçırabiliyoruz. Kısa bir süre önce Ä°slam ülkeleri arasında Suudi Arabistan’ın öncülüğünde teröre karşı geçici bir ordu teÅŸekkül etti. Bu giriÅŸim ‘geçici’ nitelikte olmakla birlikte, Ä°slam ülkeleri arasında böylesine kritik bir konuda iÅŸbirliÄŸi potansiyelini göstermesi açısından anlamlı bir giriÅŸimdi. Ayrıca Ä°slam dünyasına mensup ülkeler arasında entegrasyon örgütleri mevcut. Bunlara arasında Ä°slam Ä°ÅŸbirliÄŸi TeÅŸkilatı’nın yanı sıra Arap BirliÄŸi Örgütü, Körfez Ä°ÅŸbirliÄŸi Konseyi ve D-8’ler en baÅŸta gelenler.
 
Kitabınızda Kore krizine yönelik kararın Güvenlik Konseyi’ndeki tıkanmadan ötürü Genel Kurul’dan çıktığına yer veriyorsunuz. Genel Kurul’un devreye gireceÄŸi bir formül yeniden gündeme gelebilir mi?
 
Evet, 1950’de patlak veren Kore Savaşı sonrasında barışı yeniden tesis etmek için Güvenlik Konseyi’nin inisiyatifi ile BM Genel Kurulu önüne getirilen bazı kararlar var ve bu uygulama oldukça enteresandır. Çünkü, BM Kurucu AntlaÅŸması’nda usule iliÅŸkin fiili olarak deÄŸiÅŸiklik getiren bu süreçte doÄŸrudan doÄŸruya ABD ile birlikte bazı ülkelerin inisiyatifiyle Genel Kurul’a yetki aktarımı önerisinde bulunuluyor. Bu öneri de Genel Kurul tarafından 2/3’lük oy çoÄŸunluÄŸu ile kabul ediliyor. Aslında bu,  BM anlaÅŸmasına aykırı bir süreç. O sırada Güvenlik Konseyi’ni boykot eden Sovyetler BirliÄŸi de BM’nin bu hareketinin yasal olmadığını dile getirmiÅŸtir. Zaman içinde Sovyetler BirliÄŸi de bu ÅŸekilde alınan ‘Barış İçin BirleÅŸme’ kararını tedricen benimsemeye baÅŸladı. Mesela Ä°srail, Ä°ngiltere ve Fransa’nın 1956 yılında Mısır’a yönelik silahlı saldırısı sonrasında Genel Kurul’un, SüveyÅŸ bölgesini hedef alan bu müdahalenin derhal durdurulması ve bölgeye BM Barış Gücü askerlerinin gönderilmesine iliÅŸkin çaÄŸrısına Sovyetler BirliÄŸi karşı çıkmamıştır.
 
O hâlde, Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisine sahip olan daimi temsilcilerin güçlerinden taviz vermelerini talep etmekle yetinmek yerine krizlerde kararın Genel Kurul’a bırakılmasını istemek ÅŸeklinde bir kamuoyu oluÅŸturulabilir mi?
 
Güvenlik Konseyi’nden çok önemli bir kriz noktasına iliÅŸkin olarak karar çıkmadığı noktada konseyin 12 üyesi konuyu genel kurula getirsin bu konuda 2/3’lik bir karar alırsa gerektiÄŸinde askeri güç kullanım yetkisi bile verilebilmeli diye düşünüyorum. Uluslararası barış ve güvenliÄŸe zarar veren bir kriz patlak verdiÄŸinde Güvenlik Konseyi karar alamıyorsa Genel Kurul’un belli ÅŸartlarla baÄŸlayıcı karar almasının isabetli olacağını düşünüyorum.
 
BM Güvenlik Konseyi, ABD’nin çekimser kalması sayesinde Ä°srail’in Batı Åžeria’da inÅŸa ettiÄŸi yasadışı yerleÅŸimlere son vermesini isteyen bir karar aldı.  Bu geliÅŸme Ä°srail’e neler getirir?
 
Bu karar beni hem moral hem de kısmi bir hukuki zafer olması itibariyle memnun etti ama yaptırım olmaksızın salt kınama İsrail üzerinde etki oluşturmaz. Çünkü geçmişte de İsrail zaman zaman kınanmıştır, önemli olan bu kararın belli bir yaptırım gücüyle desteklenmesidir. Bence mevcut durum biraz da Obama ile Netanyahu arasındaki ilişkiyle ilgili.
 
5 ÃœYE TEKELÄ° NE HUKUKEN NE AHLAKEN KABUL EDÄ°LEBÄ°LÄ°R
KüreselleÅŸmenin BM’ye dezavantajı olabilir mi?
 
KüreselleÅŸmenin toplumsal ve insani yanının çok olumlu olduÄŸunu, uluslararası hukukta ciddi bir dönüşüme yol açtığını düşünüyorum. KüreselleÅŸme bize bir imkân sunuyor. Toplumlar arasında iletiÅŸim arttı, giderek önem kazanan bir uluslararası kamuoyu oluÅŸtu, insanlar eskiye nazaran çok daha rahat inisiyatif alabiliyor. Bu küresel dünyada yalanlar da uzun süre saklı kalamıyor. O nedenle küreselleÅŸen bir dünyayı yalnızca negatif bir pencereden görmek doÄŸru olmaz. Öte yandan söyle bir ÅŸey de var: Güvenlik Konseyi’nin yapılanması kısmen Westfalyan bir anlayış üzerine kurulu ki burada bir çeliÅŸki var. Ä°nsan-eksenli ve çevre sorunlarına duyarlı bir normlar bütününün öne çıktığı bir dünyada, kısmen de olsa Westfalyan yapı üzerine kurulan Güvenlik Konseyi’nin büyük sorunlarla malûl olduÄŸunu düşünüyorum. Karar alma sürecinde 5 ülkenin “sürekli üye” olarak bir tekel oluÅŸturması üstelik bu kararların çoÄŸu zaman ulusal çıkar-odaklı olarak kabulü ne hukuken ne de ahlaken kabul edilebilir. Ayrıca Güvenlik Konseyi, genelde barışın kurucu unsuru olan yapısal ÅŸartları göz ardı ederken yalnızca savaÅŸa odaklanıyor. Uluslararası terörizme sebep olan faktörlere bakmaksızın teröristlere savaÅŸ ilan edilmesi, reelpolitiÄŸe ve jeopolitik çıkarlara vurgu yapan Westfalyan anlayışı temsil ediyor. Konsey bünyesindeki reelpolitiÄŸin küresel ve bölgesel düzeydeki hukuk, adalet ve barış arayışlarına galebe çalması ve kararların hemen her zaman kapalı kapılar ardında alınması, küreselleÅŸmenin bize saÄŸladığı nimetlerden biri olan “ÅŸeffaflaÅŸmanın” adeta karşı unsurları olmaktadır.
 
 
KARAR

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.